TANINMIŞ MARKA SİCİLİ HAKKINDA HUKUKİ BİR İNCELEME

Tanınmış markayı tanımlayarak neden sicile ihtiyaç duyulmuş bunu anlatarak başlarsak; tanınmış marka, belirli bir sektörde veya genel halk nezdinde geniş çapta bilinirlik kazanmış, güçlü bir itibara ve ayırt edici bir kimliğe sahip olan markadır. Bu tür markalar, tüketiciler tarafından kolayca tanınır ve kalite, güvenilirlik veya belirli bir yaşam tarzı ile ilişkilendirilir. Türkiye’de tanınmış markaya örnek olarak; Turkcell (Telekomünikasyon), Arçelik (Beyaz eşya), Beko (Elektronik), Ziraat Bankası (Bankacılık), LC Waikiki (Giyim) verilebilir. Tanınmış markanın sağladığı avantajlar ise; daha yüksek müşteri sadakati, daha kolay pazar genişletme fırsatı, güçlü pazarlama ve rekabet avantajı, hukuki koruma ve marka hakkı savunmasıdır. Tanınmış markalar, ticari başarılarını yıllar içinde güçlü marka yönetimi, inovasyon ve etkili pazarlama stratejileriyle elde eder. Tanınmış markanın özellikleri bakımından; Geniş Kapsamlı Bilinirlik, Tüketici Algısı ve Güveni, Taklit ve İhlal Riski, Hukuki Koruma, Pazarlama Gücü ön plandadır. Belirlenen kriterlerse; Bilinirlik Esası, Çağrışım Gücü, Reklam ve Pazarlama, Yargıtay görüşü olarakta Türkiye’de belirli bir müşteri kitlesi tarafından bilinmesi yeterlidir. Türk Patent Enstitüsü Markalar Dairesi Başkanlığı, 19.11.2003 tarih ve 25294 sayılı Resmî Gazete ‘de yayımlanarak yürürlüğe giren 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun madde 13 (d) bendi uyarınca “İlgili mevzuat hükümlerine göre, markaların tanınmışlık düzeyleri ile ilgili esasların belirlenmesi ve uygulamaya konulması işlemlerini yapmak” ile de görevlendirilmiştir. 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname madde 47 ve 48 uyarınca tüm Enstitü kararlarına karşı, bu karardan zarar gören kişiler, Enstitü nezdinde itiraz edebileceği gibi Markaların Tanınmışlığına ilişkin karar da itiraza açıktır. Markalar Dairesi Başkanlığı, markanın halk tarafından tanınmışlık düzeyini, markanın herkes tarafından bilinirliğini, markanın, malın potansiyel ve fiili kullanıcılarının da ötesinde ulaşmış olduğu genel tanınmışlık düzeyini aşağıdaki kriterler çerçevesinde değerlendirir. (MARKALARIN TANINMIŞLIK DÜZEYLERİ İLE İLGİLİ ESASLAR VE UYGULAMASI, 2025) Marka hukukunda bir markanın tanınmışlığının tespitinde, birçok objektif kriter dikkate alınmakta olup, bu kriterler hem ulusal hem de uluslararası düzenlemeler doğrultusunda şekillenmektedir. Tanınmışlık, yalnızca markanın bilinirliğiyle sınırlı olmayıp, markanın kullanım süresi, yaygınlığı, sektördeki konumu, ekonomik etkisi ve halk nezdindeki algısıyla birlikte çok boyutlu bir değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Bu kapsamda, markanın geçmişi, tescil ve kullanım süreleri önemli göstergelerden biridir. Markanın hangi tarihten bu yana aktif olarak kullanıldığı ve tescil edildiği, tanınmışlık iddiasının tarihsel temellerini oluşturur. Bunun yanı sıra, markanın coğrafi yayılımı da kritik bir unsurdur; markanın yurt içi ve yurt dışında hangi bölgelerde tescilli olduğu, kullanım kapsamı ve faaliyet alanlarının genişliği tanınmışlık düzeyini etkiler. Markanın kullanıldığı ürün veya hizmetlerin pazardaki hakimiyeti, pazar payı, satış hacmi ve yıllık ciro verileri de tanınmışlık kriterleri arasında yer alır. Özellikle Türkiye pazarındaki reklam, promosyon ve tanıtım faaliyetlerinin kapsamı, bütçesi, süresi ve türü markanın bilinirliğine katkı sağlamaktadır. Bununla birlikte, fuar katılımları, medya organlarında yer alan haber ve yayınlar gibi dolaylı tanıtım faaliyetleri de markanın sektörel ve toplumsal bilinirliğini pekiştiren unsurlar arasındadır. Mahkeme kararları, marka sahibinin aktif bir şekilde markasını koruma çabaları, açılan dava ve itirazlar, markanın hukuki platformlarda sahip olduğu destekleyici belgeler de tanınmışlığın ispatında etkili kabul edilir. Aynı şekilde, markanın ayırt edicilik düzeyi, kelime veya figüratif unsurlarının orijinalliği, kamuoyu araştırmaları ve anket sonuçları da tanınmışlık analizinde dikkate alınır. Marka sahibinin ekonomik gücü, organizasyon yapısı, çalışan sayısı, yıllık cirosu, dağıtım kanallarının yurt içi ve yurt dışındaki yaygınlığı, markanın sahip olduğu kalite belgeleri, ulusal ve uluslararası ödüller markanın saygınlık ve bilinirlik düzeyine dair destekleyici göstergelerdir. Bunların yanı sıra, markanın piyasada doğrudan ürünü çağrıştırması, belirli bir kalite veya statüyle özdeşleşmesi de tanınmışlık değerlendirmelerinde göz önünde bulundurulur. Markanın üçüncü kişilerce taklit edilmesi, haksız kullanımlar, benzer marka başvurularının yoğunluğu da markanın sektördeki gücünü ve korunma ihtiyacını artıran faktörlerdir. Son olarak, marka, kullanım alanı, hedef kitle özellikleri bakımından haksız kullanım ve tecavüzlere ne ölçüde açık olduğu da tanınmışlık değerlendirmelerinde yer alan unsurlar arasında gösterilmektedir. Tüm bu kriterlerin somut belgeler ve verilerle desteklenmesi, markanın tanınmışlığının ispatı açısından büyük önem taşımaktadır.
• Herkesçe Bilinen Marka vs. Tanınmış Marka: Paris Sözleşmesi’nde geçen "herkes tarafından bilinen marka" ile 556 sayılı KHK m.8/4’teki ve 6769 sayılı SMK’ya göre "tanınmış marka" arasında farklılık olduğu yönünde görüşler mevcuttur. Bazı görüşlere göre tanınmış marka, daha geniş kapsamlı bir koruma sunmaktadır.
• TRIPS Anlaşması Etkisi: TRIPS m.16 hükmü ile tanınmış markaların korunma kapsamı genişletilmiş ve farklı hukuki sınıflamalar arasındaki farklar azaltılmıştır. TRIPS (Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rights- Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından 1994 yılında kabul edilen ve fikri mülkiyet haklarını uluslararası ticaretin bir parçası haline getiren küresel bir anlaşmadır. Fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda uluslararası minimum standartları belirleyen en önemli metinlerden biridir. Türkiye, TRIPS Anlaşması’na 1995 yılında taraf olmuştur ve anlaşma hükümlerini uygulamaktadır.
Tanınmış markaların korunması, somut olay bazında değerlendirilmekte ve markanın bilinirlik derecesi resmi makamlar ve yargı kararlarıyla belirlenmektedir. Tanınmışlık kavramı üst bir kavram olarak ele alınmakta olup, farklı seviyelerde bilinirliğe sahip markalar için değişen koruma standartları uygulanmaktadır.
TANINMIŞ MARKA SİCİLİ
Tanınmış Marka Sicili, bir markanın geniş kitleler tarafından bilindiğini ve ayırt edici bir kimliğe sahip olduğunu resmi olarak tescil eden özel bir kayıt sistemidir. Türkiye’de bu sicil, Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) tarafından tutulur ve Tanınmış marka siciline kaydolmak isteyen firmalar, TÜRKPATENT’e başvuru yapmalıdır. Tanınmış Marka Siciline Kayıt Olmanın Avantajlarıysa; Daha Güçlü Hukuki Koruma, Taklit ve İhlallere Karşı Güvence, Uluslararası Tanınırlık, Değer Artışıdır. Y. 11. HD, 20.09.2022, E. 2021/1343, K. 2022/6061 Kararına göre markanın tanınmışlık özelliği sabit bir olgu değildir. Markanın tanınmış olup olmadığının ve tanınmışlığını sürdürüp sürdürmediğinin her somut olayda münferiden ispatlanması gerekir. TÜRKPATENT nezdinde tutulan tanınmış marka sicili de bu hususun ispatında tek başına yeterli değildir (Halil Mervan Murat, 2023). Davacı şirket, "BURGU" ibaresinin Türkiye'de tanınmış bir marka olduğunun tespiti ve markalar siciline bu şekilde kaydedilmesi amacıyla Türk Patent ve Marka Kurumu'na başvurmuş; ancak bu başvuru nihai olarak Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu tarafından reddedilmiştir. Kurumun kararının iptali amacıyla açılan davada, davacı, markasının ülke genelinde ve uluslararası düzeyde bilinirliğe sahip olduğunu, tüketiciler nezdinde güçlü bir ayırt edicilik kazandığını ve yapılan araştırmalarla da bu durumun ispatlandığını ileri sürmüştür. Davalı kurum ise, markanın tanınmışlığının tespiti için belirli kriterlerin arandığını, mevcut dosya kapsamında "BURGU" ibaresinin bu kriterleri karşılamadığı kanaatine varıldığını ve kararın hukuka uygun olduğunu savunmuştur. İlk derece mahkemesi, yapılan inceleme ve bilirkişi raporları doğrultusunda; "BURGU" ibareli markanın tanınmış bir marka olduğunun yeterli şekilde ispat edilemediği, davacının markasını tanıtma ve yaygın bir şekilde kullanma çabasının markasal bilinirlik yaratacak düzeyde olmadığı sonucuna ulaşarak davanın reddine karar vermiştir. Davacı vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, dosya kapsamını değerlendirmiş ve davacının eldeki davada hukuki yararının bulunmadığı sonucuna varmıştır. Zira Türk Patent ve Marka Kurumu'nun yasal olarak tanınmış marka sicili oluşturma yetkisi bulunmadığı, markanın tanınmışlık niteliğinin sabit bir durum olmadığı ve her somut olayda münferiden değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılarak davanın hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Son olarak Yargıtay, yapılan temyiz incelemesi neticesinde, Bölge Adliye Mahkemesi kararında usule ve esas yönünden hukuka aykırılık bulunmadığını tespit ederek kararın onanmasına karar vermiştir.
Tanınmış Marka Olarak Sicile Kayıt Olma Şartları;
• Markanın kamuoyundaki bilinirlik seviyesi (anket ve araştırmalarla desteklenir)
• Reklam, pazarlama ve yatırım faaliyetleri markanın sektördeki konumu ve satış hacmi
• Uluslararası tescil ve korunma durumu
• Tüketici kitlesinin markayı ne kadar benimsediği
Bu Şartları Taşıdıktan Sonra Başvuru İçin Zorunlu Olan Belgeler;
✔ Başvuru Dilekçesi; TÜRKPATENT tarafından sağlanan özel form doldurulur.
✔ Marka Tescil Belgesi; Başvuran markanın Türkiye’de tescilli olması gerekir.
✔ Faaliyet Belgeleri; Marka sahibi firmanın Ticaret Sicil Gazetesi kaydı, vergi levhası vb.
Kamuoyunda Tanınırlık Kanıtlayan Belgeler;
1. Tüketici Anketleri ve Pazar Araştırmaları; Markanın bilinirliği hakkında bağımsız araştırma şirketlerinden alınmış raporlar sunulabilir.
2. Reklam ve Tanıtım Harcamaları; Markaya ait reklam bütçeleri, TV, sosyal medya, gazete reklamlarıyla ilgili veriler.
3. Satış ve Ciro Bilgileri; Yıllık satış hacmi, pazar payı, gelir tablosu gibi ticari veriler.
4. Medya ve Basın Yansımaları; Marka ile ilgili gazete, dergi haberleri, televizyon programları.
5. Sponsor ve İş Ortaklıkları; Marka büyük spor organizasyonlarına sponsor olduysa, ulusal ya da uluslararası etkinliklerde yer aldıysa belgelenmelidir.
6. Uluslararası Tesciller ve Koruma Belgeleri; Marka, Madrid Protokolü veya Avrupa Birliği marka tescil sistemi kapsamında kayıtlı ise bu belgeler de başvuruya eklenebilir.
Başvuru Süreci Nasıl İlerler?
1. Adım Başvuru Hazırlığıdır
Marka sahibi veya vekili (marka avukatı, danışman), başvuru için gerekli belgeleri hazırlar. Eksiksiz belgelerin hazırlanması, sürecin hızlanmasını sağlar.
2. Adım Başvurunun Yapılmasıdır
Başvuru, e-Devlet üzerinden veya TÜRKPATENT’in fiziki ofisine elden teslim edilerek yapılabilir. Başvuru sırasında gerekli ücret yatırılır. (Her yıl değişiklik gösterebilir), (tanınmışlık tespiti talebi inceleme ücreti 28.150 TL olarak belirlenmiştir.)
3. Adım TÜRKPATENT İncelemesidir
TÜRKPATENT, markanın gerçekten "tanınmış" olup olmadığını incelemek için pazar araştırması ve marka bilinirlik değerlendirmesi yapar. Gerekirse uzman görüşleri ve ek belgeler talep edebilir. Başvuru süreci genellikle 6-12 ay sürebilir.
4. Adım Karar ve İlan Sürecidir
TÜRKPATENT, başvuruyu onaylarsa marka "Tanınmış Marka Sicili “ne kaydedilir ve Resmi Marka Bülteni'nde ilan edilir. Reddedilirse, marka sahibi itiraz etme hakkına sahiptir. İtiraz süresi, ret kararının size bildirim tarihinden itibaren iki aydır. İtirazınızı, Türk Patent ve Marka Kurumu'nun Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu'na sunmanız gerekmektedir. Bu kurul, itirazınızı inceleyerek nihai kararını verecektir. Eğer kurulun kararı da olumsuz olursa, bu nihai karara karşı, kararın tarafınıza bildirilmesinden itibaren iki ay içinde Ankara Fikri ve Sınai Haklar Mahkemesi'nde iptal davası açabilirsiniz. Bu, yetki kuralları gereği belirlenmiş bir durumdur. 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ve ilgili mevzuata göre, Türk Patent ve Marka Kurumu’nun işlemlerine karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme kurumun bulunduğu yer mahkemesi olarak belirlenmiştir.
Başvuru Sonrası Haklar ve Koruma
Daha Geniş Kapsamlı Hukuki Koruma: Tanınmış markalar, yalnızca tescilli olduğu sınıfta değil, farklı sektörlerde de korunur.
Taklit ve İhlallere Karşı Daha Güçlü Hukuki Dayanak: Haksız rekabet davalarında daha avantajlı bir konum sağlar.
Uluslararası Başvurular İçin Avantaj: Madrid Protokolü ve Avrupa Birliği Fikri Mülkiyet Ofisi (EUIPO) gibi kuruluşlara başvururken daha hızlı tanınır ve tescil edilir.
Tanınmış Markanın Sicile Kaydedilmemesinin Sonuçları;
• Hukuki Koruma Zayıflar: Marka her hukuki süreçte ayrı ayrı tanınmışlığını ispat etmek zorunda kalır. Üçüncü kişilerin benzer markaları tescil ettirmesi kolaylaşır.
• Önleyici Koruma Eksikliği: Resmi sicilde kayıtlı olmadığı için, benzer markaların tescili engellenemeyebilir. Markayı izinsiz kullananlara karşı itiraz süreçleri daha zor hale gelir.
• Tescilli Marka Sahibine Karşı Savunmasızlık: Başkası markayı kendi adına tescil ederse, gerçek hak sahibi markasını kullanamayabilir. Tanınmışlık kanıtlanamazsa, hukuki mücadele kaybedilebilir.
• Uluslararası Koruma Zorlaşır: Madrid Protokolü ve Paris Sözleşmesi gibi uluslararası koruma mekanizmalarından yararlanmak güçleşir.
• Marka Bilinirliği Zarar Görür: Tanınmış markanın başka kişiler tarafından kullanılması ve sulandırılması riski artar.
Türk Patent ve Marka Kurumu Kuruluş Tarihi ve Yasal Dayanak
• Türk Patent ve Marka Kurumu (eski adıyla Türk Patent Enstitüsü), 24 Haziran 1994 tarihinde 544 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kurulmuştur.
• Bu kuruluş, Türkiye’nin fikri mülkiyet altyapısını güçlendirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. 19 Kasım 2003’te yürürlüğe giren 5000 sayılı Türk Patent Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Kurumun yapısı ve görevleri yeniden düzenlenmiştir.
• Son olarak 10 Ocak 2017’de yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu ile kurumun adı Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) olarak değiştirilmiş ve kurumsal yapısı güçlendirilmiştir. TÜRKPATENT, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı, özel bütçeli bir kamu kurumudur.
Tanınmış Marka İçin Hukuki Çerçeve Nedir?
551 sayılı Kanun ve 556 sayılı KHK’de tanınmış markalara ilişkin hükümler bulunmakta olup, özellikle Paris Sözleşmesi’nin 1. mükerrer 6. maddesi kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bu kanunlar mülga olmuş ve 10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu getirilmiştir. Bu kanun, marka, patent, faydalı model, tasarım, coğrafi işaret ve geleneksel ürün adlarına ilişkin hakların korunmasını kapsamaktadır.
556 sayılı KHK, tanınmış markaların korunmasını mutlak ret nedenleri kapsamında ele almaktayken şu an 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nun (“SMK”) 6. maddesi marka tescilinde nispi ret nedenlerini düzenler. Bu madde ile tescil başvurusundan önce hak kazanmış kişilerin haklarının koruması amaçlanmıştır. Mutlak red nedenlerinin aksine nispi red nedenlerinin varlığı halinde kamu menfaatini ilgilendiren bir durum söz konusu olmadığından bu nedenler TÜRKPATENT tarafından kendiliğinden dikkate alınmaz ancak itiraz üzerine incelenir. SMK’nın 18. maddesi uyarınca, “ilgili kişiler” bültende yayınlanmış bir marka başvurusunun, mutlak ve nispi red nedenlerine aykırı olduğu gerekçesiyle, markanın yayımından itibaren iki ay içinde TÜRKPATENT nezdinde itirazda bulunabilirler. İlgili kişi kavramından zarar görme olasılığı bulunan tescilli marka sahipleri, marka tescil başvurusu sahipleri, başvuruya konu işareti ve/veya benzerini tescilsiz kullanan kişiler ve meşru menfaatleri zarar görebilecek kimseler veya kurum ve kuruluşlar anlaşılmalıdır.
SMKnın 6/1 maddesi uyarınca itiraz durumunda TÜRKPATENT tarafından üç husus detaylı olarak incelenir. Bunlar; Marka başvurusunun önceki bir marka ile aynı veya benzer olması, Başvuru kapsamında yer alan mal/hizmetlerin önceki markanın tescilli olduğu mal/hizmetlerle aynı veya benzer olması ve Bu benzerlikler nedeniyle halk arasında karıştırılma dahil ilişkilendirilme ihtimalinin varlığıdır. Karıştırılma ihtimali değerlendirmesinde TÜRKPATENT markalar ile mal ve hizmetler arasındaki benzerliğe ek olarak önceki markanın tanınmışlığı ve ayırt ediciliği, ortalama tüketicinin dikkat seviyesi ve ilgili sektöre özel koşullar gibi farklı faktörleri birbirlerine bağlı bir şekilde ele alır.
Türk Patent ve Marka Kurumu Görev ve Yetkileri;
• Sınai Mülkiyet Haklarının Tescili ve Korunması; Marka, patent, faydalı model, tasarım, coğrafi işaret, geleneksel ürün adı gibi sınai mülkiyet haklarını tescil eder. Tescilli hakların korunmasını sağlar, ihlallere karşı hukuki süreçleri destekler.
• Başvuru ve İnceleme Süreçleri; Başvuruları alır, inceler ve tescil edilmesine karar verir. İtiraz ve inceleme süreçlerini yönetir, Resmî Sınai Mülkiyet Bülteni yayınlayarak kamuya duyurur.
• Hukuki ve İdari İşlemler; Zorunlu lisans, devir ve lisans işlemlerini kayıt altına alır. Sınai mülkiyet haklarına ilişkin uyuşmazlıklarda inceleme ve değerlendirme yapar.
• Uluslararası temsil ve İş Birliği; WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü), EPO (Avrupa Patent Ofisi) gibi uluslararası kuruluşlarla iş birliği yapar. Türkiye’nin uluslararası fikri mülkiyet anlaşmalarına uyumunu sağlar.
• Farkındalık ve Eğitim Faaliyetleri; Üniversiteler ve sanayi kuruluşlarıyla iş birliği yaparak eğitim ve farkındalık projeleri yürütür. Patentle Türkiye Yarışması, Hezarfen Projesi, TÜRKPATENT Akademi gibi programlarla girişimcileri destekler.
• Dijitalleşme ve Teknoloji Geliştirme; EPATS sistemiyle online başvuru ve takip hizmetleri sunar. Yapay zekâ destekli tescil ve inceleme sistemleri geliştirerek süreçleri hızlandırır.
Fikri Mülkiyet Haklarıyla İlgili İşlevleri
Başvuru ve Tescil Süreçleri: Türk Patent ve Marka Kurumu, Türkiye’de sınai mülkiyet hakkı edinmek isteyenlerin başvurularını kabul eden ve sonuçlandıran yetkili mercidir. Marka, patent, tasarım, coğrafi işaret gibi başvurular, günümüzde elektronik ortamda alınarak şekli ve gerekli durumlarda esas incelemeye tabi tutulur. Kurum, başvuruyu mevzuata uygun bulursa tescil kararını verir; böylece marka ve tasarımlar tescil belgesi alır, buluşlar için patent veya faydalı model belgesi düzenlenir. Tescil edilen haklar, sahibine belirli bir süre boyunca tekel hakkı sağlar ve bu sayede üçüncü kişilerin izinsiz kullanımına karşı yasal koruma elde edilir. Örneğin, bir patent başvurusu onaylandığında, başvuru tarihinden itibaren genellikle 20 yıl süreyle koruma sağlar. Marka tescilleri ise başvuru tarihinden itibaren 10 yıl geçerlidir ve onar yıllık dönemler halinde süresiz olarak yenilenebilir, bu sayede marka koruması teorik olarak süresiz devam ettirilebilir.
Koruma ve İzleme Mekanizmaları: TÜRKPATENT, yapılan başvuruları ve tescil edilen sınai mülkiyet haklarını Resmî Sınai Mülkiyet Bülteni gibi yayınlarla ilan ederek kamuoyuna duyurur. Bu ilanlar, özellikle marka ve patent başvurularında, itiraz ve görüş bildirme süreçlerinin şeffaf şekilde yürütülmesine olanak tanır. Örneğin, bir marka başvurusu tescil öncesi bültende yayınlanır ve üçüncü kişiler benzerlik veya hak ihlali gerekçeleriyle itiraz edebilirler. Kurum bünyesindeki Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu, itirazları ve diğer idari uyuşmazlıkları değerlendirerek karara bağlar. Tescil işlemi tamamlanan patent, marka ve tasarımlar ilgili kanunlarda belirtilen süre boyunca hukuken korunur. Bu süre zarfında hak sahibi, tescilli hakkını ihlal edenlere karşı hukuk yoluyla yaptırım uygulayabilir. Koruma süresi dolan haklar için yenileme imkânı bulunuyorsa (markalar ve tasarımlar gibi), süresi içinde yapılan başvurularla koruma devam ettirilir; aksi halde hak sona erer. TÜRKPATENT ayrıca hak sahiplerinin talepleri doğrultusunda sicil kayıt işlemleri (unvan veya adres değişikliği, devir ve lisans kayıtları gibi) gerçekleştirerek tescilli hakların güncel durumunu takip eder. Bu işlevler, Türkiye’de fikri mülkiyet haklarının etkin bir biçimde korunması ve yönetilmesi için kritik öneme sahiptir. Türkiye, fikri mülkiyet haklarını korumak için birçok uluslararası örgüte ve anlaşmaya üyedir. Bunlar;
WIPO (Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü- World Intellectual Property Organization), fikri mülkiyet haklarının (marka, patent, tasarım, telif hakkı vb.) korunmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler çatısı altında faaliyet gösteren uluslararası bir örgüttür.
WTO (Dünya Ticaret Örgütü) → TRIPS ile fikri mülkiyet koruması sağlar.
EUIPO (AB Fikri Mülkiyet Ofisi) → Avrupa markaları ve tasarımlar için başvurular yapılabilir.
EPO (Avrupa Patent Ofisi) → Avrupa çapında patent koruması sağlar.
UNESCO → Telif hakları ve kültürel miras koruması sunar.
ISO → Patent ve marka standartlarını belirler.
HUKUKİ TARTIŞMALAR
"Tanınmışlığın tespitine" ilişkin davalar bakımından, öğreti;
i) Tanınmışlığın bir hukuki ilişki değil bir vakıa olduğunu,
ii) Zamana bağlı olarak değişebileceğini, tanınmış olmayan bir markanın zamanla bu niteliği kazanabileceğini ya da tanınmış marka statüsünde kabul edilen bir markanın zamanla bu statüyü kaybedebileceğini,
iii) Eda davası açmak mümkünken tespit davası açılamayacağını, ileri sürerek tanınmışlığın tespiti davasında hukuki yarar bulunmadığını savunmuştur.
Yargıtay ise tanınmışlığın tespiti davalarını kabul etmiş; ancak öncelikle bu taleple TPE'ye başvurulmasını zorunlu tutmuş ve davanın red kararına karşı Enstitü’nün hasım gösterilmesi suretiyle açılması gerektiğini içtihat etmiştir. Dolayısıyla, Yargıtay'ın bakış açısına göre, bir markanın "tanınmış marka" statüsünde bulunduğunun yargı kararı ile tespit edilebilmesi için, öncelikle markanın tanınmış markalar listesine dâhil edilmesi amacıyla TPE'ye başvuru yapılması ve bu başvurunun reddedilmiş olması gerekmektedir.
Tanınmış marka kavramının nitelik ve özellikleri, tanınmış markalara özel bir listeye ihtiyaç bulunup bulunmadığı tespit edilirken mutlaka göz önüne alınmalıdır:
i. Öncelikle belirtmek gerekir ki, tanınmışlık, kendisine çeşitli hukuki sonuçlar bağlanan bir hukuki statüdür,
ii. Bu hukuki statünün kazanılması, maddi bir vakıanın, yani fiili bir durumun varlığı şartına bağlanmıştır; bu da markanın ilgili sektör ve çevrede bilinir/tanınır konuma ulaşmasıdır,
iii. Bu fiili durum zamana bağlı olarak değişebilir, tanınmış olmayan bir marka zamanla bu niteliği kazanabilir ya da tanınmış marka statüsünde kabul edilen bir marka zamanla bu statüyü kaybedebilir.
Zamana bağlı olarak değişkenlik arz edebilen fiili bir duruma bağlı bir hukuki statünün tespitinin idari bir makam (TPE) tarafından idari bir işlemle (tanınmış markalar listesine dâhil etme kararı ile) yapılması eleştiriye açıktır. Zira bir hukuki statünün iktisap edilip edilmediğini tespit yetkisinin idareye verilmesi doğru bir yaklaşım değildir. Kuşkusuz, TPE'nin tanınmış markalar listesine dâhil etme kararı hukuken tanınmış marka statüsünün iktisap edilmesi için zorunlu bir koşul ("condicio sine qua non") değildir; TPE bu talebi reddedecek olursa Yargıtay uygulamasına göre YİDK (Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu) kararının iptali için dava açılarak mahkeme kararıyla tanınmışlığın tespiti sağlanabilmektedir. Ancak, fiili bir durum olarak tanınmışlık olgusu zamana bağlı olarak değişebildiğinden (marka tanınmış markalar listesine dâhil edildikten sonra ilgili sektör ve çevrede tanınmışlığını yitirebileceğinden), tanınmış markalar listesine kayıt, üçüncü kişileri bağlayan, marka sahibine kayıt işlemine bağlı olarak üçüncü kişilere karşı ileri sürebilecek sübjektif bir hak sağlayan bir idari işlem niteliğinde değildir. Dolayısıyla, üçüncü kişiler, marka sahibi ile aralarındaki muhtemel davalarda, markanın tanınmış markalar listesinde kayıtlı bulunmasına rağmen, dava tarihi itibarıyla tanınmış marka statüsünü kaybettiğini (veya bu statüyü hiç kazanamadığını) ileri sürebilme imkanına sahiptirler. (Ayoğlu, 2013)
Tanınmışlık ve sicile kayıt bakımından BELLONA örneği verilebilir ;
Davaccı S. O. J. Ü. vekili Av. Ü. S., Davalı H. MOB.SAN. VE TİC. AŞ. vekili Av.M. H. arasındaki “i” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3.Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın reddine dair verilen 11.09.2007 gün ve 2006/414 E., 2007/420 K. sayılı kararın incelenmesi davacı ve davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 25.05.2009 gün ve 2008/2244 E., 2009/6321 K. sayılı ilamı (BELLONA, 2007). Uyuşmazlık, "BELLONA" markasının davalı adına farklı mal ve hizmet sınıflarında tescil edilmesine ilişkin olup, markanın kullanılmaması nedeniyle hükümsüzlük talebini içermektedir. Davacı taraf, müvekkiline ait markanın uluslararası alanda 35 ülkede tescilli olduğunu ve dünya çapında bilinirliğe sahip olduğunu ileri sürerek, davalının markayı yalnızca 20. sınıf kapsamında kullandığını, diğer sınıflarda ise son beş yıldır fiili kullanımının olmadığını iddia etmiştir. Bu kapsamda, markanın 556 sayılı KHK’nin 7/1-(i), 14 ve 42. maddelerine dayanılarak, kötü niyetle tescil edildiği ve kullanılmama gerekçesiyle iptali talep edilmiştir. İlk derece mahkemesi, davalının markasının tanınmış marka statüsünde olduğu ve tanınmış markalar açısından KHK’nin 14. maddesindeki kullanmama kuralının uygulanamayacağı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Özel Daire ise bu kararı bozmuş; zira tanınmış markalar bakımından dahi kullanılmayan sınıflar yönünden hükümsüzlük isteminin mümkün olduğu, tanınmışlık olgusunun markanın kullanım zorunluluğunu bertaraf etmeyeceği belirtilmiştir. Mahkeme, önceki kararında direnmiş; direnme kararını temyiz eden davacı vekilinin başvurusu üzerine dosya Hukuk Genel Kurulu önüne gelmiştir. Hukuk Genel Kurulu, öncelikle ulusal ve uluslararası düzenlemeler çerçevesinde tanınmış marka kavramını ve markanın korunması rejimini değerlendirmiştir. 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi gereği, markanın tescilinden itibaren beş yıl süreyle kullanılmaması durumunda, marka hükümsüz kılınabileceği, bu hükmün tanınmış markalar için bir istisna öngörmediği vurgulanmıştır. Ayrıca, tanınmışlık kavramının, markanın kullanılmadığı sınıflar yönünden hükümsüzlüğe engel teşkil etmeyeceği; zira kullanılmama yaptırımının, markaların etkin olarak piyasada işlevlerini yerine getirme zorunluluğunun bir sonucu olduğu ifade edilmiştir. Kurul, bu doğrultuda, yerel mahkemenin tanınmış markalara genişletilmiş bir dokunulmazlık sağlama anlayışının mevzuata ve amaca aykırı olduğunu, kullanılmayan sınıflar yönünden markanın iptaline karar verilmesinin mümkün olduğunu belirterek, direnme kararının bozulmasına karar vermiştir. Bu doğrultuda KHK’nin 7/1-(i) maddesi kötü niyetli tescilleri engellemek için düzenlenmiştir. Yani, bir kişi veya şirket, başka birinin markasını kötü niyetli şekilde tescil ettirmişse, bu tescil iptal edilebilir. Kötü niyet, markanın gerçek hak sahibi olmamasına rağmen, onu başkasının önünü kesmek veya haksız kazanç sağlamak amacıyla tescil ettirme durumudur. KHK’nin 42. maddesi Marka tescilinin hükümsüzlüğüne (iptaline) ilişkin düzenlemeleri içerir. Eğer bir marka kötü niyetle tescil edilmişse veya belirli hukuki sebepler nedeniyle geçersizse, mahkeme kararıyla iptal edilebilir. KHK’nin 14. Maddesine göre, bir marka tescil edildikten sonra 5 yıl içinde kullanılmazsa, o markanın kullanılmayan mal ve hizmet sınıfları için iptali talep edilebilir. Bu düzenleme, markaların "koruma amaçlı" tescil edilip ticari olarak kullanılmamasını engellemek amacıyla konulmuştur.
Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi (18.12.2012 tarih ve 2012/50 E. 2012/250 K.) sayılı kararı, Marka hukuku uygulamalarında, üçüncü kişiler tarafından açılan "markanın tanınmış olmadığının tespiti" ve "tanınmış markalar listesinden çıkarılması" talepli davaların yargı tarafından genellikle olumsuz karşılandığı görülmektedir. Bu konuyla ilgili yargının yaklaşımını anlamak için Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi ve Yargıtay kararları incelenmiştir. Türk yargısının, üçüncü kişiler tarafından açılan "markanın tanınmış olmadığının tespiti" ve "tanınmış markalar listesinden çıkarılması" talepli davalara karşı genel yaklaşımı, olumsuz bir tutum sergilemektedir. Bu çerçevede Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 18.12.2012 tarihli karar incelendiğinde, mahkeme, davacının somut bir hukuki uyuşmazlığa dayanmaksızın salt bir tespit davası açmasının hukuki yarar ilkesine aykırı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Mahkemeye göre, markanın tanınmışlık statüsünden çıkarılması idari bir prosedüre tabi olup, bu süreç TPE nezdinde başlatılmalı, marka sahibinin beyan ve delilleri toplandıktan sonra nihai kararı YİDK vermelidir. YİDK kararına karşı ise yargı yolunun açık olduğu belirtilmiştir. Mahkeme, aksi bir kabulün, idari bir görev olan tanınmış marka statüsünün idari süreç dışında mahkemelerce doğrudan iptaline yol açarak hukuki güvenlik açısından sakıncalı sonuçlar doğurabileceğini ifade etmiştir. Ayrıca, davacının aynı markaya ilişkin başka bir davada hükümsüzlük talebinde bulunduğu ve burada markanın tanınmış olup olmadığının zaten ön mesele olarak değerlendirileceği, bu nedenle ayrıca bağımsız bir dava açılmasının gereksiz olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak bu yaklaşım, özellikle "tanınmış markalar listesinden çıkarma" taleplerinde idari sürecin zorunlu tutulmasının, 556 sayılı KHK’nin sistematiği ve Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlu olup olmadığı tartışmalıdır. Özellikle, bir markanın tanınmışlık statüsünün sona erdirilmesi noktasında yalnızca idareye karşı açılacak davanın yeterli görülmesi, marka sahibinin bu davada taraf olarak yer alamaması, hukuki koruma ve usul güvenceleri açısından eksiklik yaratabilmektedir. Nitekim YİDK kararlarının iptali süreci ile markanın tanınmışlık statüsünün terki süreçleri arasında paralelliğin sağlanması gerektiği görüşü, hem doktrinde hem de uygulamada desteklenmektedir. Sonuç olarak, yerel mahkemenin bu kararında, davacının mevcut bir hükümsüzlük davası bulunması nedeniyle ayrıca bağımsız bir olumsuz tespit davası açma konusunda hukuki menfaatinin bulunmadığı kanaati öne çıkmakta, ancak genel anlamda "tanınmış markalar listesinden çıkarma" davalarının her durumda hukuki yarar yokluğundan reddedileceği yönünde kesin bir içtihadın yerleştiğini söylemek mümkün değildir.
Mahkemelerin Yaklaşımı
• Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Kararı
Mahkeme, 18.12.2012 tarihli kararında, üçüncü kişilerin doğrudan markanın tanınmış olmadığının tespitini talep etme haklarının bulunmadığını belirtmiştir. Gerekçeleri şu şekildedir:
Hukuki Menfaat Eksikliği: Davacının, herhangi bir somut uyuşmazlık veya güncel hukuki yarar göstermeden soyut olarak tanınmışlığın kaldırılmasını talep etmesi Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 106/II ve 114/1-b kapsamında korunmaya değer bir menfaatin olmadığı anlamına gelir. Yargıtay'ın yerleşik yaklaşımı, üçüncü kişilerin bir markanın tanınmış marka statüsünde bulunmadığının tespiti ve bu markanın tanınmış markalar listesinden çıkarılmasına yönelik doğrudan dava açma taleplerine karşı olumsuzdur. Ancak doktrinde, bu tür davaların kabul edilmesi gerektiği yönünde görüşler bulunmaktadır. Nitekim, Yargıtay'ın bir markanın tanınmışlık statüsünün tespiti davalarına cevaz verdiği dikkate alındığında, bu statünün bulunmadığının da tespitinin mümkün olması gerektiği ileri sürülmektedir. Zira bir hukuki durumun varlığı yargı eliyle belirlenebiliyorsa, yokluğunun da aynı şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda, HMK m. 106 ve m. 114 hükümleri çerçevesinde, üçüncü kişilerin güncel ve korunmaya değer bir hukuki yararı bulunduğu kabul edilmelidir. Özellikle üçüncü kişiler, olası bir marka hakkına tecavüz iddiası ile karşılaşmaktan korunmak, tanınmış markalar listesine dayalı hukuki avantajların önüne geçmek ve haksız rekabet hükümleri çerçevesinde marka sahibinin haksız bir statü elde etmesini engellemek bakımından hukuki menfaat sahibidir. Bu bağlamda, tanınmış markalar listesine kaydedilen bir markanın, gerçekte tanınmış olmadığını iddia eden üçüncü kişiler, markanın tanınmışlık statüsünün kaldırılmasını talep etme hakkına sahip olmalıdır. Anayasa'nın 125. maddesi idarenin her türlü işlemine karşı yargı yolunun açık olduğunu düzenlediğinden, TPE tarafından yürütülen tanınmış markalar listesinin düzenlenmesi sürecinin yargı denetimi dışında tutulması da mümkün değildir. Keza, Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama özgürlüğü de bu tür taleplerin dava konusu edilmesini zorunlu kılmaktadır. Bununla birlikte, mevcut bir hükümsüzlük ya da tecavüz davasında markanın tanınmışlığı ön mesele olarak zaten inceleniyorsa, bu durumda üçüncü kişilerin açacağı bağımsız tespit davalarının derdestlik veya dürüstlük kuralı çerçevesinde reddedilmesi mümkündür. Ancak bu durum istisnai niteliktedir ve genelleştirilerek üçüncü kişilerce açılacak her türlü "tanınmış olmadığının tespiti" ve "listeden çıkarma" davalarının kategorik olarak reddedilmesi, hukuka uygun değildir. Sonuç olarak, bu tür davalarda, markanın tanınmış olmadığının tespiti talebi doğrudan marka sahibinin menfaatini ilgilendirdiği için marka sahibi davalı olmalı; tanınmış markalar listesinden çıkarılması yönündeki talep ise idari bir işlem niteliğinde olduğundan Türk Patent ve Marka Kurumu (TPE) de davalı gösterilmelidir. Böylece, her iki sürecin bir bütünlük içerisinde ve usul güvenceleri korunarak yürütülmesi sağlanmalıdır.
• İdari Prosedürün Önceliği: Tanınmış markalar listesine kayıt veya silme işlemlerinin doğrudan mahkemeler tarafından değil, Türk Patent ve Marka Kurumu (TÜRKPATENT) ve Yeniden İnceleme ve Değerlendirme Kurulu (YİDK) tarafından değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir.
• İçtihat Tutarlılığı ve Hukuki Güvenlik: Tanınmışlık statüsünün doğrudan mahkemeler tarafından kaldırılabilmesi, çelişkili yargı kararlarına neden olabileceğinden hukuki güvenliği sarsabilir.
Sonuç olarak, Mahkeme, davanın hukuki menfaat eksikliğinden reddine karar vermiştir.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Kararı
Yerel Mahkemenin kararına yapılan temyiz başvurusu, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi tarafından onaylanmıştır. Yargıtay’ın temel değerlendirmeleri şunlardır:
• Tanınmışlık Olgusu Bir Ön Meseledir: Bir markanın tanınmış olup olmadığı hükümsüzlük veya ihlal gibi ana davalar içinde ön mesele olarak değerlendirilebilir, ancak bağımsız bir dava konusu yapılamaz.
• Genel ve Soyut Değerlendirme: Yargıtay, bu tür davaların hukuki yarar olmaksızın açılmasının mümkün olmadığı yönünde genel bir içtihat oluşturmuştur. Bu karar ile, Yargıtay, tanınmışlık statüsünün bağımsız bir dava yoluyla kaldırılmasını hukuken mümkün görmemektedir.
Kararlara Eleştirel Bakış ve Alternatif Görüşler
Simetrik Hukuki Koruma: Yargıtay, tanınmışlık tespit davasına izin verirken, tanınmış olmadığının tespitine izin vermemektedir. Ancak bir statünün varlığı tespit edilebiliyorsa, yokluğu da tespit edilebilmelidir.
Yargı Denetimi: Tanınmış markalar listesine ekleme veya çıkarma işlemi idari bir karar olduğundan, Anayasa'nın 125. maddesi gereği yargı denetimine tabi olmalıdır. Eğer mahkemeler tanınmışlık tespiti yapabiliyorsa, iptal sürecini de denetleyebilmelidir.
Üçüncü Kişilerin Hukuki Menfaati: Bir markanın aslında tanınmış olmamasına rağmen bu statüden faydalanıyor olması, rakip firmalar için haksız rekabet doğurabilir. Bu nedenle üçüncü kişilerin, gerçekte tanınmış olmayan bir markanın tanınmışlık statüsünün kaldırılmasını talep etme hakkı olmalıdır. Bu gerekçelerle, üçüncü kişilerin markanın tanınmış olmadığının tespiti ve tanınmış markalar listesinden çıkarılması talepli dava açabilmesi gerektiği savunulmaktadır. Ancak, eğer halihazırda başka bir hükümsüzlük veya ihlal davası mevcutsa, derdestlik ilkesi gereği ikinci bir davanın açılması engellenebilir.
Bunun Sonucunda;
1. Yargıtay ve mahkemeler, tanınmış markalar listesinden çıkartma davalarını hukuki menfaat eksikliği nedeniyle reddetmektedir.
2. Bu tür davaların açılması için öncelikle TÜRKPATENT ve YİDK nezdinde başvuru yapılması gerektiği kabul edilmektedir.
3. Ancak, hukukun temel ilkeleri gereği, tanınmışlık statüsünün varlığını tespit eden mahkemelerin, yokluğunu da tespit edebilmesi gerekir.
4. Üçüncü kişilerin bu davaları açabilme hakkının tanınması hem rekabetin korunması hem de idari işlemlerin yargı denetimine tabi tutulması açısından gereklidir.
5. Bu davaların açılabilir olması gerektiği savunulsa da zaten devam eden hükümsüzlük veya ihlal davaları varken bağımsız bir dava açılması derdestlik ilkesi nedeniyle sınırlandırılabilir.
Genel olarak, Yargıtay’ın yaklaşımı mevcut sistemde tutarlı olsa da hukuki denetim ve üçüncü kişilerin hakları açısından eleştirilmeye açıktır.
SONUÇ
Tanınmış markalar, diğer markalardan farklı olarak genişletilmiş bir koruma kapsamına sahiptir. Bu korumanın amacı, markanın itibarını, ayırt edici niteliğini korumak ve başka kişiler tarafından haksız kullanımını engellemektir. Tanınmış markalar, yalnızca tescil edildikleri mal ve hizmetler için değil, farklı sınıflar için de korunur ve tescil edilmemiş olsalar bile hak sahiplerine belirli avantajlar sağlar. Ancak, marka hukukunda önemli bir tartışma konusu, tanınmış markaların tescil edildikleri mal ve hizmetlerde kullanılmaması halinde hükümsüz kılınıp kılınamayacağıdır.
Bu konuda iki görüş bulunmaktadır:
1. Kamu yararı ilkesi gereğince, kullanılmayan tanınmış markaların da hükümsüzlüğü istenebilir.
2. Tanınmış markaya sağlanan özel koruma nedeniyle, bu tür markaların kullanılmadığı gerekçesiyle hükümsüz kılınması talep edilemez.
Yargıtay, tanınmış markaların da kullanılmama nedeniyle hükümsüz kılınabileceği yönünde karar vermiştir. Ancak uluslararası uygulamalarda, tanınmış markaların geniş koruma kapsamı göz önüne alındığında, bu markaların kolayca hükümsüzleştirilmemesi gerektiği yönünde baskın bir eğilim bulunmaktadır. Tolga hocanın yaklaşımına göre sonuç olarak, üçüncü kişilerin bir markanın tanınmış marka statüsünde bulunmadığının tespiti ve bu markanın tanınmış markalar listesinden çıkarılması talepli davaları açabilme imkânının kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyiz. Zira aksi bir yaklaşım, tanınmış markalar listesine dair işlemleri yargı denetimi dışında bırakacak ve bu durum, Anayasa’nın 125. maddesi ile güvence altına alınan idari işlemlerin yargı denetimine tabi olması ilkesine aykırılık teşkil edecektir. Buna ek olarak, üçüncü kişilerin böyle bir davayı açmada güncel ve korunmaya değer hukuki menfaatleri mevcuttur. Özellikle, kendi kullanım faaliyetlerinin tanınmış marka hakkını ihlal etmediğinin tespiti bakımından hukuki koruma arama hakları vardır. Ayrıca, tanınmış markalar listesine dair kayıt işlemi ve buna bağlı olarak verilen tanınmışlık tespit belgesi, ileride marka sahibi tarafından delil olarak kullanılabileceğinden, üçüncü kişilerin bu potansiyel delilin geçersiz kılınmasına yönelik menfaatleri de bulunmaktadır. Son olarak, gerçekte tanınmış olmayan bir markanın bu listede yer alması, Türk Ticaret Kanunu’nun 55/1-a-3 hükmü kapsamında haksız rekabet oluşturabileceğinden, sektörde faaliyet gösteren üçüncü kişilerin bu tür bir duruma karşı dava açma haklarının bulunduğu da kabul edilmelidir. Yeni sistemde tanınmış markaların korunması, SMK’nın 6. maddesi kapsamında düzenlenmiştir. Artık markaların tanınmışlık statüsü, doğrudan bir sicile kayıt ile değil, başka bir markanın başvurusuna karşı itiraz sürecinde veya açılan hükümsüzlük davalarında ileri sürülerek korunmaktadır. Bu çerçevede iki temel koruma mekanizması öne çıkmaktadır: SMK m.6/4 uyarınca, Paris Sözleşmesi kapsamında Türkiye'de tescilli olmasa bile, uluslararası anlamda tanınmış bir markanın aynısının veya benzerinin, benzer mal ve hizmetlerde kullanımı, tanınmış marka sahibinin itirazı üzerine reddedilebilmektedir. SMK m.6/5 ise, Türkiye’de geniş tanınırlığa ulaşmış markaların farklı mal veya hizmetlerde de korunmasını sağlamaktadır. Bu koruma, markanın itibarının veya ayırt ediciliğinin zarar görmesini ya da haksız yarar sağlanmasını önlemek amacıyla düzenlenmiştir.
Bu sistemde, tanınmış marka koruması proaktif bir sicil işlemi yerine, somut olay bazlı bir değerlendirme ile sağlanmakta ve marka sahibi, her durumda markasının tanınmışlığını somut belgelerle ispat etmekle yükümlüdür. TÜRKPATENT’in başvuru kabulü veya reddi işlemlerine karşı dava açma yolu ise yargı kararları ile kapanmış durumdadır. Yüksek Mahkeme, kurumun tanınmış marka sicili tutma yetkisinin bulunmadığına karar vererek, tanınmışlık tespitine dair başvurulara karşı hukuki yarar bulunmadığını belirtmiştir. 2017 sonrası dönemde Türkiye’de tanınmış marka koruması, eski dönemdeki gibi ayrı bir sicil kaydıyla değil, marka sahibinin aktif takibi, itiraz ve dava süreçleriyle sağlanmaktadır. Böylelikle tanınmış marka statüsü, statik bir sicil kaydı yerine dinamik bir şekilde, her başvuru ve dava sürecinde güncel olarak değerlendirilmekte ve korunmaktadır.